2011/01/28

Ertuğrul Firkateyni Japonyada bir Turk gemisi

Ertuğrul Firkateyni,
japonya ile ilgili olanlarinda,
olmayanlarinda bilmesi gereken
tarihimiz bizim.
bundan 120 yil once dunyanin obur ucundan japonyaya ziyerete gelen  Osmanli askerleri
ve malesef cogunu bu topraklarda birakmak zorunda kaldigimiz Osmanli askerleri.
bu konu aslinda cok uzucu,
kim bilir kac yurek yandi,
kim bilir kac evlat oksuz kaldi
ama bi yerde bizim japonya ile olan iliskilerimizde cok onemli bi yere sahip oldu
benim sacmalarima son verip sizi
YediKıta Dergisinin Eylül 2010 Tarihli 25. Sayısından alinan yazi ile basbasa birakiyorum

Ertuğrul Firkateyni'nin hazin hikayesi Ertuğrul Firkateyni

16 Eylül yani 2 gün sonra İkinci Abdülhamid Han tarafından 120 yıl önce Japonya’ya gönderilen ve gittiği her limanda coşkuyla karışlanan Ertuğrul Firkateyni'nin yaşadığı facianın yıl dönümü...
Birbirinden kilometrelerce uzak iki farklı coğrafyada bulunan Osmanlı Devleti ile Japonya arasındaki münasebetler bundan bir asır evvel başlamış ve bu ilişkileri daha da kuvvetlendirmek için Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından 120 yıl önce Japonya’ya Ertuğrul Firkateyni gönderilmişti.

Dönüş yolunda (16 Eylül 1890) fırtınaya yakalanarak
Pasifik Okyanusu’nun derinliklerine gömülen gemide,
firkateyn komutanı Tuğamiral Osman Paşa da dâhil olmak üzere
527 (609 kişiden 13’ü kazadan önce koleradan vefat etmişti) denizcimiz şehit olmuş,
sadece 69 kişi sağ kurtulabilmişti.
Denizcilik tarihimizin en büyük kazalarından biri olan
Ertuğrul Firkateyni’nin hazin hikâyesi halen yürekleri sızlatmaktadır.
Ertuğrul Firkateyni’nin Uzakdoğu ve Japonya yolculuğu,
o devirde çeşitli tartışmalara konu olduğu gibi günümüzde de üzerinde
en çok konuşulan tarihî mevzulardan biri olmuş; geminin niçin gönderildiği,
yolculuk için şartların elverişli olup olmadığı, yabancı devletlerin yolculuk hakkındaki düşünceleri,
Osmanlı bayrağı dalgalandıran gemiye Uzakdoğu Müslümanlarının gösterdikleri saygı ve hürmet,
geminin batması ve sonrasında yaşananlar vb. meseleler güncelliğini kaybetmemiştir.

Osmanlı-Japon Münasebetlerinin Temeli Atılıyor
Osmanlı Devleti, 15. ve 16. yüzyıllarda büyük önem verdiği Uzakdoğu siyasetine ancak
19. yüzyılın sonuna doğru istediği şekilde eğilebilmişti.
Bunda, devletin içte ve dışta siyasi, sosyal ve ekonomik zaaflara uğramasının etkisi büyüktü.
Ancak Sultan İkinci Abdülhamid Han devrine geldiğimizde işlerin bir anda değiştiği görülmektedir.
Sömürgeci Batı ülkeleri ve Rusya’ya karşı bir denge siyaseti takip eden Sultan Abdülhamid Han,
halifeliğin gücünü de kullanarak yönünü Uzakdoğu’ya çevirmiş ve buralarda nüfuzunu artırmıştı.
Bunun yanında Uzakdoğu’da önemli bir güç haline gelmekte olan Japonya ile dostane ilişkilerin kurulması da gündeme gelmişti.
1875’te Petersburg’da Japon sefir Yanagihara Sakimitsu ile Osmanlı elçisi Şakir Paşa arasında yapılan bir görüşme ile Osmanlı-Japon ilişkilerinin temeli atıldı. Ancak bu temel sağlamlaştırılıp geliştirilmeliydi.
1887’de dönemin Japon İmparatoru Meiji’nin amcası Prens Komatsu İstanbul’a gelmişti.
İstanbul’u ziyaret eden ilk Japon asilzadesi olan Prens’in görmüş olduğu yakın alâkaya teşekkür etmek üzere ertesi yıl Japon hükümeti tarafından sultana büyük Krizantem Nişanı’nın verilmesi kararlaştırılmıştı.
Buna karşılık sultan da Japon imparatoruna bir nişan verecekti.
Bu hediyeleri götürmek için Osmanlı donanmasından bir eğitim gemisinin
Japonya’ya gönderilmesi kararlaştırıldı.
Osmanlı gemileri içinde bu seyahate en uygun geminin Ertuğrul olabileceğine karar verildi.
Ertuğrul’un Japonya seyahati hem iâde-i ziyaret olacak ve hem de iki ülke arasındaki bağları kuvvetlendirecekti.
Ayrıca, bu gezi sayesinde Deniz Mühendis Okulu (Mekteb-i Fünun-ı Bahriye) mezunu talebeler de yabancı sahilleri görerek bilgi ve tecrübelerini artıracaklardı.
Bütün bu gelişmeler esnasında Ertuğrul Firkateyni’nin bu seyahate uygun olmadığı sesleri yükselmeye başlayınca
Sultan Abdülhamid Han, geminin durumu hakkında etraflı bir rpor hazırlanmasını istedi.
Raporu hazırlayan teknik komisyon, geminin mükemmel bir tamirat gördüğünü,
makinelerinin sağlam, kazanının da üç-dört yıllık bir yolculuğa uygun olduğunu belirtti.
Sonunda Ertuğrul Firkateyni’nin Uzakdoğu’ya seyahati hakkında padişah iradesi çıktı.
Geminin kumandanlığına ise
Miralay Osman Bey  (sefer devam ederken tuğamiral rütbesini alarak Osman Paşa olmuştur) tayin edildi.
Sultan Abdülhamid Han’ın hediyelerini Japon imparatoruna takdime memur olan
Miralay Osman Bey aynı zamanda Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’nın da damadıydı.

Süveyş Kanalı’nda İlk Kaza
61’i subay ve memur,
548’i er ve erbaş olmak üzere
609 kişilik mürettebatıyla hazırlıklarını tamamlayan Ertuğrul, Japonya yolculuğuna hazırdı.
14 Temmuz 1889’da gemiyi uğurlamak isteyen İstanbul halkı Sarayburnu’na akın etti.
Limanın çevresi arma ve sancaklarla süslenmişti.
Ertuğrul’un çarkları Boğaziçi’nin serin sularında dönmeye başlayınca Japonya yolcuları,
güverteden bir daha dönmemek üzere el salladıklarını nereden bileceklerdi…
Çanakkale Boğazı’ndan geçen gemi,
Marmaris’e uğradıktan sonra 26 Temmuz’da Port-Said’e ulaştı.
Oradan da Süveyş Kanalı istikametine ilerleyen Ertuğrul’un ilk talihsizliği
28 Temmuz’da Süveyş Kanalı’nda yaşandı.
Kılavuza rağmen tekne, Nil’in sığ sularında kuma saplandı.
Kanal İdaresi’nin yardımıyla kurtarılan gemi,
kılavuz tarafından iskeleye bağlanmaktayken rüzgârın şiddetiyle ayrılarak kıçı sahili buldu ve dümen bodoslaması kırıldı.
Haber İstanbul’a ulaşınca ciddi bir tedirginlik yaşanmış,
ihmal olabileceği düşünülerek Miralay Osman Bey ikaz edilmişti.
Hatta Bahriye Nezareti, Ertuğrul ile bu seferden vazgeçerek,
Osman Bey’in, yanına alacağı birkaç kişiyle posta vapuruna binip Japonya’ya gitmesini teklif etti.

150.000 Kişi Gemiyi Ziyaret Etti
23 Eylül 1889’da tamiri biten Ertuğrul, Süveyş’ten ayrılarak Singapur yolunu tuttu.
24 Eylül’de Cidde’de, 7 Ekim’de de Aden’de demirleyerek kömür ikmali yaptı.
11 Ekim’de Aden’den çıkan geminin bu seferki durağı Bombay Limanı’ydı.
20 Ekim’de Bombay’a ulaşan gemiyi günde ortalama 20.000,
bir hafta içinde ise toplam 150.000’e yakın kişi görmeye gelmişti.
Bombay ziyareti, bölge Müslümanları üzerinde büyük bir tesir meydana getirmişti.
Ancak, 26 Ekim 1889’da halkın ziyaretine son verilerek ertesi günkü sefer için su,
yiyecek ve kömür ikmali yapılmıştı.
10 Kasım’da Kolombo’ya uğrayan gemi 13 Kasım’da buradan ayrılarak
Singapur yolunu tutmuş ve 28 Kasım’da Singapur’a ulaşmıştı.
Ertuğrul, uğradığı diğer limanlarda olduğu gibi burada da büyük bir coşku ve heyecanla karşılandı. Mürettebatın karaya çıkışları, başlarında subaylarıyla camilerde Cuma namazı kılmaları,
giyim kuşamlarındaki intizam ve hiçbir hadiseye sebebiyet vermemeleri büyük bir takdirle karşılanmıştı. Ayrıca, burada Ertuğrul’un kumandanı Miralay Osman Bey’e Tuğamiralliğe terfi ettiği de tebliğ edildi.
Gemi Singapur’da iken olumsuz hava şartları sebebiyle gezinin Japonya’ya kadar devamı da son derece güçleşmişti.

Ertuğrul, uygun havayı yakalamak için Singapur’da dört aydan fazla demirlemek zorunda kaldı. Geminin uzunca bir süre daha kalacağını haber alan uzaktaki Müslüman hükümdarlar da temsilciler göndermişlerdi. Bunlardan Sumatra, Cava ve Siyam Müslümanları, Felemenklerin mezaliminden dolayı Osman Paşa’ya dert yanmışlardı.
Bu uzun bekleyiş sadece masrafları arttırmamış, başka söylentilerin çıkmasına da sebep olmuştur.
Bazı yabancı gazetelerde, Ertuğrul’un kalma sebebinin ‘biten kömürü tedarik için para olmaması’ şeklinde haberler yayınlanmıştı.
Uzun bir bekleyişten sonra 3 Mart 1890’da Singapur’dan hareket eden firkateynin sonraki yolculuğu da kolay olmamıştır. Rüzgârların şiddetinden ve Singapur’da alınan kömürün yetmemesinden dolayı,
Saygon’da yeniden kömür almak zorunda kalındı. 20 Mart’ta tekrar hareket edilmişse de aksi rüzgârlar devam ettiğinden geri dönülüp 8 Nisan’a kadar beklendi.
15 Nisan’da Hong Kong’a ulaşan gemi buradan da kömür ve diğer ihtiyaçları alarak
22 Mayıs’ta Nakasaki’ye doğru yola çıkmış;
fakat hava muhalefeti ve kömür ihtiyacından dolayı bu kez de Foçu’da beklenmişti.
Foçu’dan Nakasaki’ye oradan da 7 Haziran 1890’da Ertuğrul’un son durağı olan Yokohama Limanı’na ulaşıldı

Dağ Gibi Yükselen Dalgalar
Yokohama’ya giriş çok muhteşem olmuştu.
Bir taraftan selam topları atılırken diğer taraftan binlerce Japon “Banzai... Banzai (Yaşasın… Yaşasın…)” sesleriyle limanı inletiyor ve
Ertuğrul’u daha yakından görmek için uğraşıyordu. Tuğamiral Osman Paşa, karaya çıktıktan sonra
İmparator Meiji tarafından kabul edilmiş ve Sultan Abdülhamid Han’ın gönderdiği nişan ve hediyeleri sunmuştu.
Muhteşem bir kabul gören Ertuğrul’un subay ve erleri üç ay boyunca el üzerinde tutulmuşlardı.
Ertuğrul’un sağ salim Japonya’ya ulaşması,
İstanbul’da büyük bir sevinçle karşılanmış,
firkateyn kumandanı Osman Paşa bu muvaffakiyetinden dolayı tebrik edilmiştir.
Vazife ifa edilmişti ama dönüş yolculuğu için mevsimin uygun olması lazımdı.
Ancak bu sırada gemide baş gösteren kolera salgınından dolayı
35 nefer yatağa düşmüş, 13 nefer ise vefat etmişti. 
Hastaların iyileşmesinden sonra dönüş için hazırlıklara hız verildi.
Tuğamiral Osman Paşa,
Yokohama’dan İstanbul’a çektiği telgrafta sıhhatlerinin yerinde olduğunu ve
gelecek hafta İstanbul’a hareket edeceklerini bildirdi.
Firkateyn, 15 Eylül 1890’da Yokohama’dan hareket etti.
16 Eylül’de Kumanonada’ya giren Ertuğrul, güneybatıya doğru seyrediyordu.
Hava bulutlu ve pusluydu.
Ne var ki Ertuğrul’un Japonya’ya gelirken karşılaştığı hava muhalefeti, şimdi, dönüşünde de karşısındaydı.
Bir müddet yol alan gemi, kısa süre sonra büyük bir fırtınaya yakalandı.
Makinesi bütün gücüyle çalışmasına rağmen dağ gibi yükselen dalgalar ve rüzgar,
gemiyi Funakura kayalıklarına sürüklüyordu.
Fırtınayla mücadele ederek Oşima adasına yaklaşan gemi,
adanın güney ucunda yer alan Kaşinozaki burnu ve aynı ismi taşıyan fenerin açıklarına doğru sürükleniyordu. Kaptan ve mürettebatın olağanüstü gayretleri netice vermedi ve gemi
16 Eylül 1890’da saat 21.00 sularında Funakura kayalıklarına bindirdi.
Kayalıklara çarpar çarpmaz ortadan ikiye bölünen Ertuğrul, yavaş yavaş sulara gömülmüştü.


Ertuğrul’un Ağır Bilançosu: 527 Şehit 69 Gazi
Dağ gibi dalgaların sesinden başka bir şeyin işitilmediği o fırtınalı gecede Kaşinozaki fenerine,
yaralı ve bitap halde bazı yabancılar gelmişti.
Japonca bilmeyen bu yabancıların, kazaya uğrayan Osmanlı harp gemisinin mürettebatı olduğu,
bandıra işaretleri yardımıyla anlaşılabildi.
Fenerden bir haberci hemen Kaşino köyüne gönderildi.
Sabaha kadar, köye ve fener bölgesine çıkmayı başaran kazazedelerin sayısı 69’u bulmuştu.
Yaralılara ilk yardımı fener işçileri ve köylüler yapmışlardı.
Başta Amiral Osman Paşa olmak üzere 527 subay, erbaş ve erimiz ise şehit olmuştu.
17 Eylül sabahı Oşima Belediye Başkanı Oki, Kaşino köyüne ulaştı.
Kazazedelerin civardaki uygun binalara yerleştirilerek tedavilerinin yapılmasını sağladı.
Diğer taraftan, denizdeki cesetleri toplatmak için köylüler ve bizzat başkan,
geceli gündüzlü büyük bir gayret göstererek 260 ceset topladılar.
O sırada tesadüfen Oşima’dan geçmekte olan
Boço-Maru vapuruyla durumu ağır olan iki kazazede ve iki memur acilen Kobe’ye gönderildi.

Kaza Haberi İstanbul’a Üç Gün Sonra Ulaştı
Kaza haberi Kobe’ye gelir gelmez,
Alman konsolosu, Wolf gambotunu Oşima’ya gönderdi.
Wolf, 20 Eylül sabahı Oşima’ya ulaştı ve yaralıları alarak Kobe’ye geldi.
Yaralılar, Kobe’de hastaneye yerleştirilerek tedavi edildiler.
İmparator Meiji; mabeyn doktoru,
13 hastabakıcı ve tören dairesinden bir temsilciyi özel olarak Kobe’ye gönderdi.
Japon Bahriye Nazırlığı,
Yaeyema adlı harp gemisini
Oşima’ya göndererek şehitleri Funakura kayalıklarını gören tepeye defnettirmiş ve
gemi daha sonra, defin işleri için kalan iki kazazedeyi de alarak Kobe’ye gelmiştir.
Kaza 16 Eylül’de meydana gelmiş olmasına rağmen,
bu bölgede telgraf ve postane bulunmadığından,
Japon yetkililerce ancak 18 Eylül’de öğrenilebilmişti.
19 Eylül sabahı Hiogo’dan gelen bir telgraf Osmanlı’nın Londra büyük elçisine ulaşır.
Elçi de o gün içinde telgrafı Bâbıali’ye gönderir.
Ardından, 19 Eylül akşamı, Reuters Haber Ajansı da
Yokohoma’dan gelen telgrafı büyükelçiye bildirir ve elçi,
bu telgrafı ertesi gün Bahriye Nezareti’ne gönderir.
Saraya takdim edilen telgraf neticesinde
“doğru bilgi alınıncaya kadar keyfiyetin ilan edilmemesi,
padişahın irade-i seniyyesi” icabındandır denilerek haber gizlenir.
Tüm bunların yanında, Ertuğrul’un resmen batış haberi ise,
21 Eylül 1890 günü Japon Dışişleri Bakanlığı’ndan Sadaret’e gelen bir telgrafla bildirilmiştir.
Ajanslar aracılığıyla bütün dünyaya duyurulan kaza, dünya basınında günlerce yer almıştır.
Bu elim hadise, İstanbul’da ve Müslümanların bulunduğu her yerde çok büyük üzüntüye sebep olmuş ve
her tarafta Ertuğrul kazazedeleri için yardımlar toplanmaya başlanmıştı.



İki Japon Gemisi İstanbul Yolunda
Japonlar, iyileşen yaralıları İstanbul’a getirmek istiyorlardı.
Bunun için Kongo ve Hiyei adlı iki Japon gemisi 10 Ekim 1890’da
kazadan kurtulan 69 denizcimizle Japonya’dan hareket etti.
Aralık sonunda Çanakkale Boğazı’na ulaşan gemileri
Yarhisar adlı gemimiz karşıladı ve gemide bulunan kazazedeleri almak istedi.
Ancak, Japon gemilerinin İstanbul’a kadar gitmek istemeleri üzerine bundan vazgeçildi ve
Japon gemileri 2 Ocak 1891’de İstanbul’a girerek Dolmabahçe önüne demir attılar.
İstanbullular, Japon gemilerini heyecan dolu ve samimi gösterilerle karşıladılar ve
hatta gemi komutanları huzura kabul edilerek ikinci rütbeden Mecidi nişanlarıyla taltif edildiler.
Japon hükümeti,
Ertuğrul’un enkazından topladığı
8 Krup topu,
2 top kundağı,
4 Armstrong topu,
4 Hudges topu,
4 Revolver topu,
2 torpil kovanı,
182 tüfek,
24 tabanca,
61 kılıç,
71 süngü ve yabancı para gibi şeyleri daha sonra bir Fransız vapuruyla göndermiştir.
Ertuğrul şehitleri,
21 Eylül günü, kazanın olduğu yeri gören tepenin üzerine defnedildikten sonra
buraya dikilen abidenin üzerine Türkçe ve Japonca, “Osman Paşa” yazılmış,
1891 Şubat’ında da hadisenin hikâyesi kitabe halinde taşa işlenmişti.

Oşimalılar, burayı mukaddes bir yer kabul edip temiz tutup
her on yılda bir burada merasim yapmayı gelenek haline getirdiler.
Vazifeleri uğruna canlarını veren bu vatan evlatlarına Japon hükümetinin ve halkının gösterdiği saygı ve hürmet günümüze kadar sürdü.
1925’te kurulan Osaka Türk-Japon Ticaret Kurumu,
Ertuğrul şehitleri için muhteşem bir merasim düzenledi.
Merasimin hatırasına 1929’da dikilen anıtın üzerine kazanın özeti yazıldı.
Anıt, 3 Haziran 1929 tarihinde Japon imparatoru tarafından da ziyaret edildi.
Ayrıca, Kuşimoto kasabası,
Mersin ile kardeş şehir ilan edilmiş ve bu anıtın aynısı Mersin sahiline de dikilmiştir.
Şehitliğin bulunduğu Kuşimoto şehrindeki  “Türk Müzesi” adıyla bir de müze inşa edilmiştir.
1974 yılında açılan bu müzede Ertuğrul Firkateyni’nin maketi,
gemideki asker ve komutanların fotoğrafları ve büstleri bulunmaktadır.
Bugün yerli ve yabancı birçok kişi tarafından ziyaret edilen Ertuğrul şehitleri;
Japonya’nın Oşima şehrinin Pasifik’e bakan yamaçlarında yatmaktadırlar.


Sultan Abdühamid Han’ın emriyle düzenlenen Uzakdoğu ziyareti vesilesiyle
Hind ve Pasifik okyanuslarında Osmanlı bayrağı dalgalandırılmış;
yol boyunca uğranılan Bombay, Kolombo, Singapur ve Hong Kong gibi yerlerde
yerli halk Ertuğrul’a büyük bir ilgi göstererek akın akın ziyaret etmişler;
bu da Müslümanlar arasında büyük bir heyecana sebep olmuştur.
Osmanlı’nın gölgesinde yaşayan Uzakdoğu Müslümanlarının halifeye olan sadakat ve bağlılığı,
Ertuğrul Firkateyni ile gün yüzüne çıkmış oluyordu.
Sömürgeci batı ise Osmanlı ile Araplar arasına nifak sokmaya çalışırken,
Uzakdoğu’daki Müslümanların,
halifenin bir gemisi etrafında bu kadar coşkulu olmalarına çok şaşırmıştı.
Ertuğrul kazazedeleri için aynı Hicaz Demiryolu’nda olduğu gibi
dünyanın her tarafındaki Müslümanlar büyük bir yardım kampanyası başlatmışlar;
bu da Müslümanların bir ideal etrafında birleşmesinin nasıl mümkün olabileceğini göstermesi açısından tarihe düşülen mühim bir not olmuştur.
Diğer taraftan Ertuğrul’un, Pasifik’in karanlık sularındaki yürek burkan akıbeti
Japonya’da da derin izler bırakmış ve bu hadise
Türk-Japon münasebetlerinin duygusal açıdan kökleşmesine vesile olmuştur.
Türk-Japon münasebetlerinde yeni bir devrin başlamasına ve bu münasebetlerin ilerlemesine büyük katkılar sağlayan Ertuğrul Firkateyni şehitlerini rahmet ve minnetle yâd ediyoruz.

“Facia” değil “Kaza”
“Osmanlı Devleti’nin devletlerarası arenada yeniden denge unsuru olmaya çabaladığı,
ağır ekonomik şartlarda ve dış borç yükü altında bile yeni yatırımlara imzaların atıldığı,
içeride ve dışarıdaki gelişmelerin dünya kamuoyunu etkilediği çok buhranlı ve sancılı bir devirde,
bir harp gemimiz olan Ertuğrul Firkateyni Japonya’ya gönderildi.
“Limandan ayrılıp da bir daha geri dönmeyen,
sevdiklerine ve sevenlerine elveda diyerek giden ilk gemimiz Ertuğrul Firkateyni değildir.
O, denizde sancak dolaştıran herhangi bir geminin başına gelebilecek kazalardan birisine maruz kalmıştır. Denizlerde gemi dolaştırmak,
sancak göstermek, göründüğü gibi kolay ve ucuz bir faaliyet olmadığı gibi,
bu faaliyetin kazançlarına maddi değer biçmek de mümkün değildir.
“Ertuğrul Firkateyni’nin başına gelen bir deniz kazasıdır.
Her deniz kazası bir “facia” değildir.
Ne yazık ki bu kaza için “facia” tanımlaması yaparak haksız eleştirilerde bulunanların bir kısmının denizcilik ile ilgisi, sadece denize bakan bir evinin olması veya bir sahil şehri veya kasabasında ikamet ediyor olmasıdır. Diğer kısmının ise deniz tarihi ve denizcilik, uzmanlık sahaları dışında bir uğraşıdır.
“Ege ve Akdeniz’den dışarı çıkmayan bir donanmamızın olduğu söyleyenlerin,
Ertuğrul’un Uzakdoğu seyahatinden söz etmelerini, anılan dönemde denizaltı gemisine sahip olan ikinci,
hatta denizaltı ile torpido atışı gerçekleştiren ilk ülke olduğumuz bilinmesine rağmen bu söylemlerinde neden ısrar ettiklerini anlayamamaktayım.


“Ertuğrul’un Japonya’ya gönderildiği dönem,
İngilizlerin ülkenin verimli petrol yataklarına ve stratejik öneme sahip geçitlerine
(Kıbrıs, Süveyş Kanalı vb.) yerleşme politikalarını uygulamaya koyduğu bir dönemdir.
Dengelerin yeniden kurulduğu ve İngiltere lehine olduğu bir devirde yeni dengelerin kurulma çabasının bir sonucu olarak,
1889 yılına kadar olduğu gibi, denizaşırı ülkelerde sancak gösterme zorunluluğundan dolayı bu seyir gerçekleşmiş,
dönüş yolunda bir kaza sonucu gemi batmış, bu kaza ile birlikte Türkiye ve Japonya arasında, izleri günümüze kadar taşınan dostluklar kurulmuştur.
“Bir geminin uğradığı limanlarda bir ülkeyi nasıl tanıttığının ve böyle bir teşebbüsün diplomasi açısından ne derece önemli olduğunun, ülke halklarını birbirine nasıl yakınlaştırdığının, kalıcı dostluklara nasıl sebep olduğunun kanıtı Ertuğrul Firkateyni’dir.
“Karadeniz’de, Ege’de, Akdeniz’de, Kızıldeniz’de, Atlas Okyanusu’nda, Hint Okyanusu’nda sancak dalgalandırmış,
yardıma ihtiyacı olana el uzatmış, kendisine verilen her vazifeyi başarı ile ifa etmiş olan donanmamızın şanlı tarihinden sadece bir yapraktır Ertuğrul Firkateyni.  
(Erdoğan Şimşek, Uzakdoğu Elçisi Ertuğrul Firkateyni, İstanbul 2005)
Ancak gemi havuza girdiği takdirde tamiratının birkaç günde tamamlanacağı öğrenilince bu fikirden vazgeçildi.

Japon diplomatin gozunden Turkiye

Uzun zaman Turkiyede gorev yapan Japon diplomatinin izlenimlerini okuyacagiz
dedigi gibi aslinda ama biraz farkli bence
cunku son yillarda japonlar dunya uzerinde herhangi bir yere gitmek isteyebilirler
ulkelerinde kuralcilik ve
gorunmeyen ama dunyadaki diger ulkere nazaran cok cok daha fazla olan baski
onlari japonya disinda ki ozgur herhangi bir yere surukluyor
simdilik fazla uzatmayalim
bakalim japon bi diplomat bizi nasil gozlemlemis
bu yazi da alintidir
ama daha once kaynagi kaybettim

Türkiye'de görev yapmak için bugün herkes can atıyor

Türkiye'de yaklaşık 20 yıl görev yapan Japon diplomat Prof. Dr. Akira Motoyama,
geçmişte görevlendirilecek personel bulmakta güçlük çekilirken günümüzde ise
sürekli bir gelişim çizgisinde olan Türkiye'ye gitmek için ''herkesin can attığını'' söyledi.

Akira Motoyoma, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Türkiye'nin hızla geliştiğini, istikrarı yakaladığını, ekonomisinin iyiye gittiğini,
parlayan yıldız durumuna geldiğini belirtti.
Türkiye'de yaklaşık 20 yıl birinci katiplikten başlayıp,
büyükelçilik müsteşarlığına kadar çeşitli kademelerde görev yaptığını belirten Akira Motoyama,
bunun yanı sıra Japonya Dışişleri Bakanlığında da uzun yıllar
Türkiye Masası Başkanı olarak hizmet verdiğini, meslek hayatının büyük bir bölümünü
Türklerle geçirdiğini bildirdi.
Türkiye'nin ardından atandığı Azerbaycan Büyükelçiliği görevinden sonra emekli olduğunu,
halen Keiai Üniversitesinde uluslararası ilişkiler alanında öğretim üyeliği yaptığını anlatan Akira Motoyoma, ''36 yıllık diplomatlık yaşantıma Türkiye adeta damgasını vurdu.
Bu ülkeden halen hafızamdan silinmeyen binlerce anıyla ayrıldım'' dedi.
Akira Motoyoma, Türkiye'nin en büyük sermayesinin güler yüzlü insanları olduğunu belirterek,
şunları kaydetti:
''Türkiye'deki ilk görevime 1968'de başladım.
O yıllarda Ankara'da çoğu yerde trafik işaret lambaları bile yoktu.
1978'de eşimle Ankara'ya gittiğimde,
kalmak istediğim otelde evlenme cüzdanımız soruldu ve uzun uğraşlardan sonra
Türkiye hükümetinin diplomat olduğumu belirten belgesi sayesinde sokakta kalmaktan kurtuldum.
Türk insanının gönlü o kadar zengin ki sevdiği kişilere en değerli varlıklarını bile vermeye hazırdırlar.
Ben bunu yaşadım.
Piknik yaparken tanıştığım bir aile beni evinde bir hafta yatılı olarak misafir etmişti.
Evlerinin yanındaki odada iki eşekleri vardı.
Ulaşımı da tarla işlerini de o eşeklerle yaparlardı.
Ben oradan ayrılırken, evin sahibi karı koca hıçkırıklarla ağladılar ve
bana eşeklerinden birini vermek istediler. Bunu asla unutamam.''
Akira Motoyoma, Türkiye'nin sürekli geliştiğini, özellikle son yıllarda büyük itibar kazandığını belirterek,
''Bir Türk dostu olarak, bundan da gurur duyuyorum.
Japonya'da eskiden hiç kimse Türkiye'de görev yapmak istemezken bugün herkes can atıyor.
Bu durum, Türkiye'nin itibarını gösteriyor'' dedi.
''Ancak, tek bir sorun var, daha doğrusu beni üzen bir konu bu'' şeklinde konuşan Akira Motoyama, ''Türkiye'nin sürekli gelişirken yüzünü Batı'ya döndürdüğünü'' söyleyerek,
''Türkiye, Uzakdoğu'yu ihmal etmemeli'' dedi.
-ERTUĞRUL FIRKATEYNİ-
Türkiye ile Japonya'nın dostluğunun çok uzun yıllara dayandığına dikkati çeken Akira Motoyama,
bunun biri Japonya'da, diğeri Mersin'de iki sembolü bulunduğunu hatırlatarak, şunları kaydetti:
''2. Abdülhamit, Japonya ile diplomatik ilişkileri geliştirmek için Ertuğrul Fırkateyni'ni Japonya'ya ziyarete göndermiş. Gemi İstanbul'a dönmek üzere hareket ettiğinde,
1890 yılında, tayfun sonucu Oshima adası açıklarında kayalara çarparak batmış,
yaklaşık 550 Türk gemicisi şehit olmuş.
Japon İmparatoru Showa'nın talimatıyla Kushimoto'ya bir anıt yapıldı.
Daha sonra bu alanda çeşitli çalışmalar gerçekleştirildi ve
1937 yılındaki restorasyonun ardından burada her yıl düzenli olarak törenler yapıldı.
Bu anıtla ilgili unutamayacağım bir anım var.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevinden emekli olan Celal Eyiceoğlu,
Tokyo'ya büyükelçi olarak atanmıştı.
O dönemde Japonya Dışişleri Bakanlığında Türk Masası Başkanıydım.
Facianın yıl dönümü anma törenine ben de katıldım.
Ertuğrul Fırkateyni'nin battığı denizde,
Japon Deniz Kuvvetlerine ait savaş gemisinde yapılan tören bittikten sonra herkes aşağı indi.
Büyükelçi ise merasim yerinde heykel gibi dimdik ayakta durmaya devam ediyordu.
Göz yaşları içindeydi. Birkaç dakika geçtikten sonra,
'Siz her zaman asker ağlamaz' diyordunuz diye seslendiğimde
'Ben asker değilim, Büyükelçiyim' yanıtını verdi.
Büyükelçi, Türkiye'den bu kadar uzakta Türk şehit askerler için anıt diktirilip,
bu kadar duygulu merasim yapılmasından etkilendiğini anlattı.
Akdeniz'de 1941 yılında batan Refah Gemisi vardı. O olayda 167 kişi ölmüştü.
Mersin'de de buradaki gibi bir anıt dikilmesi için girişimde bulunacağını belirtti.
Bu anıtın dikilmesi için birlikte çaba harcadık.
Japonya'daki anıtın bir kardeşi de Mersin'de dikildi.
Bu açıdan Mersin'deki Refah Şehitleri Anıtı ile Japonya'daki anıt,
sonsuza kadar Türk-Japon dostluğunun sembolleri olarak kalacak.''

2011/01/27

Japon Damat Shingo bey Turk kizi ile evlendi mi?

Evet Arkadaslar cok onemli bi konuyu acikliga kavusturacagim
Hani su Zuhal Topal ile Izdivactaki Japon damat Shingo bey vardi ya hatirladiniz dimi?
Hiii iste o bey eefendi programda Elif isimli bi hanimefendi ile anlasmisti
Daha sonra aileler konusmus falan klasik seyler
Veee sonuc itibari ile kizimiz Elif Hanim damat beyin cok soguk kanli olmasi sebebi ile
isin olmayacagini soyleyip isi noktalamislar
Uzuldum mu hayir!
cunku evlendikten sonra pisman olmaktansa hic baslamadan bitmesi
cok daha uygun olmus diye dusunuyorum
Bizim erkeklerimizin japon kizlara olan hayranligini bilmeyen yoktur sanirim
ama is evlilik gibi ciddi bi konuya geldigi zaman heveslere kapilmak yerine
daha matikli dusunmek gerekli
her ne kadar Turklerin kulturlerinin, dilinin, yasam tarzinin vs.sinin benzedigi idda edilse de
tamamen zit iki kultur oldugumuzu anlamayi basaran insanlar da var
uzaktan gordugunuz japonlar ile icinde yasamak zorunda oldugunuz japonlar
tamamen farkli ve degisik insanlar
neyse cok da sosyoloji icermesin yazdiklarimiz
bu konuyu daha sonra daha genis incelemek istiyorum

2011/01/26

Japonyada suc isleyenler

Arastirmaci gazeteci kimligimiz ile
japonya ile ilgili olaylari sizlerle paylasmaya devam ediyoruz
bu sefer ki konumuz japonyada suc isleyip, hapse giren bi vatandasimiz
haber burdan alintidir

Yürümeyi unutmuştum
"Fatsa'da hem şoförlük yapıyordum,

hem de düğün salonlarında saz çalıp türkü söylüyordum" diyen Ali Aksoy,
Japonya'ya 1995 yılında gitti.
Tam altı yıl kaldı.
Hayatında ütü yapmamış olan Aksoy bir fabrikaya ütücü olarak girdi.
Altı ay sonra ise ev yıkımı işlerinde çalıştı. Durumunun iyi olduğunu anlatan Aksoy,
"Üç yıllık bir Porche araba aldım.
3 bin dolara. Türkiye'de bu paraya Porche alabilir misiniz?" diyor.
ABD'li bir kadınla tanıştığını ve birlikte yaşamaya başladığını anlatan Aksoy,
işsiz kalınca "gece işleri"ne başladığını söylüyor.
Gece işi içecek makinelerindeki parayı soymak anlamına geliyor.
Aksoy, bir gece yine "gece işi" yaparken yakalandığını,
5 ay 17 gün boyunca cezaevinde kaldığını söylüyor.
"Hapiste sırtını bir yere yaslamadan bağdaş kurup saatlerce oturuyorsun.
İşkence yok ama psikolojik işkence yapıyorlar" diyor ve cezaevi ortamını şöyle anlatıyor:
"Japon cezaevinde her şeyin bir saati var.
Sabah 08.00'de kalk, dişini fırçala ki bu konuda çok hassaslar,
kahvaltı et, sonra otur oturabildiğin kadar.
Ben resim çiziyordum. Fatsa'yı, doğayı, Kızılderililerin resmini çizdim. Tam 400 tane.
26 kilo verdim. Yemekleri hep haşlamaydı."
Aksoy, cezasını çektikten sonra
üzerinde kalan parayla soydukları son makinenin parasını ödediğini ve
iki yıl Japonya'ya giriş cezası verildikten sonra sınırdışı edildiğini söylüyor.

Japonyada yasayanlarin ailelerinin acisi

Lutfen bana kizmayin
isin gucun yokta mi?
japonya ile ilgili haberleri buraya koyuyorum diye
istiyorum ki aradigini her seyi burda bulun,
iyi ile kotusu ile hepsinden haberimiz olsun istiyorum
burada ki bazilarinin yuzunden hepimiz kirleniyoruz malesef
daha once duymustum
pasaportunda ordu yazanlari almiyorlarmis
belki dogrudur bilemem
sanirim ve malesef dogru gibi
iste o insanlar yuzunden gercekten niyeti farkli olan insanlar cok zor durumda kaliyor

asagidaki yazi  buradan  alinti


Oğluyla internet üzerinden konuşuyor
Sıdıka Kantarcı ve oğlu Cengiz Kantarcı da özlem çekenlerden.

Sıdıka Kantarcı'nın oğlu Fatih Kantarcı 12 yıldır Japonya'da, Japon bir kadınla evli ve iki çocuğu var.
Anne Sıdıka Kantarcı oğlunu bir kez Japonya'da ziyaret etmiş
ama ağabeyi Cengiz Kantarcı'nın ik kez Japonya'ya gidişi hüsranla sonuçlanmış.
Kantarcı, "Fiskobirlik'te çalışıyorum.
Memur olduğuma dair kağıt da aldım.
Ancak iki kez 11 saat uçtuktan sonra Japonya Havaalanından geri gönderildim.
Nedeni Fatsalı olmam.
İnandıramadım.
Oysa ben sadece ziyaret için gitmiştim" diyor.
Kantarcı ailesi, binlerce kilometre uzakta olan yakınlarıyla internet aracılığıyla haberleşiyor.

Fatsalinin ikici vatani japonya!

Daha once yazdigim  Sayonara Fatsa  ile ilgili baska bi yazi buldum
yazi burdan alintidir
bu konu ile ilgili yorumu da baska bi yazida yapmak istiyorum cunku bu da cok uzun olacak gibi

Fatsalı'nın ikinci vatanı Japonya
Japonya'da yaşayan yaklaşık 7 bin Türk'ün neredeyse yarısı Fatsalı.
İş imkanları ve iyi yaşam şartları nedeniyle bu ülkeye gidiyor ve hemşerilerine de öncülük ediyorlar.

Fatsa'da yoldan birini çevirseniz ya bir süreliğine Japonya'ya gitmiş ya da

bir akrabası halen Japonya'da çalışıyor.
İlçe sakinleri bu ülkeye giden ilk hemşerilerinin Hayri Atılgan,
nam-ı diğer Japonya fatihi olduğunu söylüyor.
2002'de vefat eden Atılgan bir efsane çünkü orada iş bulduğu Fatsalı sayısı 500.
Fatsa'da, kimi Türkiye'ye kesin dönüş yapan kimi bir süreliğine gelenlerle inanılmaz öykülerini konuştuk...

Fatsa'dan Japonya'ya giden de gitmeyen de pişman

Japonya'da yaşayan yedi binden fazla Türk'ün neredeyse yarısı Ordu'nun Fatsa ilçesinden.
İş imkanları ve yüksek gelir düzeyi bu Uzakdoğu ülkesini, Fatsa'da bir fenomen haline getirmiş.

Ordu'nun Fatsa ilçesinde sokakta yürürken yoldan birini çevirseniz ya Japonya'ya gitmiş ya da

akrabası, eşi veya arkadaşı Japonya'da çalışıyor.
Japonya'ya gidenlerle konuştuğunuzda
"Japonya'ya bir gidenler pişman, bir de gitmeyenler" diyorlar.
Japonya'daki iş imkanları, kazanılan para öylesine cezbediyor ki Fatsalıları...
Japonya'nın sanayi şehri Nagoya'ya gidiyorlar.
Araba fabrikalarının ve inşaat işlerinin yoğun olduğu bu şehirde "Kaitai" adı verilen işi yapıyorlar.
Bu iş araba için parçalama, ev için yıkmak olarak kullanılıyor.
Bu işin karşılığında ayda 350 bin Japon Yeni yani yaklaşık 5 bin YTL kazanıyorlar.
Japonya Türkiye'den vize istemiyor. Havaalanında pasaporta üç aylık bir giriş pulu yapıştırılıyor.
Ancak kalış süresi üç ayı geçerse sınırdışı ediliyorsunuz.
Beş yıl boyunca aynı isimle giriş ise yasaklanıyor.
O nedenle Fatsalılar Japonya'da kalmak için
kimi adını,
kimi soyadını değiştiriyor,
kimi Japon bir kadınla evleniyor,
kimi ise Japonya'da 12 yıla yakındır
hiç Fatsa'ya gelmeksizin yaşıyor...
Peki nasıl yaşıyorlar?
Kimi kesin dönüş yapan,
kimi bir süreliğine kimi de tatile
Türkiye'ye gelenlerle Fatsa'da konuştuk.

EFSANE İSİM

Japonya'ya giden ilk Fatsalı Hayri Atılgan.
Nam-ı diğer Japonya fatihi.
Onun gidişi ise bir Çorumlu'nun hikayesine dayanıyor. Çorumlu'nun adını bilen yok ama İstanbul'da hurdacı olduğunu,
bir gün bir Japon ile tanıştığını ve
Japon'un onu ülkesine davet ettiğini bilmeyen de yok. Demir ustası olan Japon,
Çorumlu'yu yanına alarak Japonya'ya gitti ve birlikte çalışmaya başladılar.
Tarih ise 1988.
Hayri Atılgan ise o yıllarda bir gemide aşçı olarak çalışıyor.
Gemide yalnız da değil.
Bir Ordulu, bir Giresunlu bir de Trabzonlu var.
Turist gemisi bir gün Japonya'ya gitmiş.
Karaya ayak basınca Çorumlu ile karşılaşmışlar.
Çorumlu Hayri'ye, ne iş yaptığını ve ne kadar kazandığını sormuş.
Hayri ise işi ve maaşı olan 400 doları anlatmış.
Çorumlu, "Burada çok yalnızım. Benimle çalışın size 1000 dolar vereyim" demiş.
Hayri ile diğerleri Japonya'da çalışmaya başlamış. Yaptıkları iş ise kaza yapan ve eskiyen arabaları parçalamak...
Aradan bir yıl geçmiş. Hayri bir Japon kadınla tanışmış.
Daha sonra evleneceği kadın ona ne iş yaptığını ve ne kadar kazandığını sormuş.
Hayri, Japon kadına anlatınca gerçekler de ortaya çıkmış.
Çünkü Hayri ve arkadaşlarının çalıştığı işi yapanlar ayda en az 3 bin dolar kazanıyormuş.
Çorumlu'nun kendi üzerinden para kazandığını anlayan Hayri işi bırakmış ve kendisine bir başka iş bulmuş.

Daha sonra da dört kardeşini de Japonya'ya yanına almış.
Yıllar içinde kardeşler arkadaşlarını,
onlar yakınlarını çağırmış derken Fatsa'dan Japonya'ya akın başlamış.
Sadece Hayri Atılgan'ın Japonya'da iş bulduğu Fatsalı sayısı yaklaşık 500.
Efsane Hayri, 2002 yılında Japonya'da kalp krizinden yaşamını yitirdi.
Ancak kardeşleri hala orada.
Hayri'nin Japonya'ya giden kardeşlerinden biri de Sait Atılgan.
42 yaşındaki Sait Atılgan'ı Fatsa İskelesi'nde balık tutarken bulduk.
Japonya'dan üç ay önce döndüğünü söylüyor.
"İlk olarak 1991 yılında gittim.
Oradayken birkaç kez günlük işlerde çalıştım.
Bir günde aldığım para burada bir memurun bir aylık maaşıydı.
85 gün kaldıktan sonra geri döndüm.
Ama burada duramadım.
Oranın parası, kültürü hoşuma gitmişti. Tekrar gittim." Atılgan, Japonya'ya gitti ama geride karısını ve çocuklarını bıraktı.
Özleme ancak iki yıl dayandı.
İki yılın sonunda Fatsa'ya geri dönmek istediğinde parmak izleri alındı, üç aydan uzun bir süre kaldığı için ise sınırdışı edilmiş sayıldı.
Sait Atılgan, "Türkiye'ye geldim. Ancak üç ay durabildim.
Mahkeme kararıyla soyadımı değiştirdim ve tekrar gittim.
Kapıdan girerken gezmeye gittiğimi söyledim ama 12 yıl kaldım. Tesisatçı olarak çalıştım.
Bir gün evden çıktım işe giderken polis beni yakaladı ve üç ay önce Türkiye'ye gönderdi.
Ama yine gideceğim. Burada yapamıyorum" diyor.

                                                    Sezgin Aydın ya da diğer bir adıyla Cengiz Aydın...
Fatsa'da Sezgin, Japonya'da Cengiz.
İsim değişikliğinin nedeni ise Japonya'ya bir kere daha girebilmek. Fatsa'da yıllarca esnaflık yapan Aydın ilk gittiğinde 3.5 yıl kaldı.
Nagoya şehrinde demir işçisi olarak çalıştı.
Ama kaçaktı.
Üstelik eşi ve iki çocuğu Fatsa'da kaldı.
3.5 yılın sonunda Türkiye'ye dönmek için çıkış yapmak istedi.
Ancak yıllarca kaçak yaşadığı ve hatta çalıştığı için havaalanından geçmesi kolay olmadı.
Aydın, "Polis, suça karışıp karışmadığımı anlamak için 10 parmağımın izin aldı. 10 dakika sonra suç işlemediğim ortaya çıktı.
Bir kağıt imzaladım.
Aynı isimle beş yıl boyunca Japonya'ya girmemek üzere..." diyor.

Sayonara Fatsa ( Belgesel ) benim yorumum

daha once yazdigim Sayonara Fatsa da yorumyapamamistim.
cunku yazi bekledigimden cok daha fazla uzun surdu
simdi gelelim ben ne dusunuyorum bu konuda
oncelikle

1.nagoyada genellikle fatsalilarin yasadigi dogru
coguda isinde gucunde insanlar
yaptiklari si cok agir
japanlarin yapmadigi pis isleri, agir isleri yabancilar yapiyor
Turklerin genelde yaptigi is belli
ev yikma, araba parcalama gibi gibi


2.ev yikma, araba parcalama islerinde calisanlarin cogu yabanci
cunku japonlar da butun gelismis ulkelerdeki gibi agir is yapmayi sevmiyorlar ve yapmiyorlar
eskinden yani 10 sene kadar once harika para kazandiklari doru
ama su an da eskisi gibi para kazanilmasi mumkun degil gibi
cunku kriz sandiginizdan cok kotu etkiledi burayi
simdi satlarin daha zor olmasina ragmen kazanilan para eskisine ragmen daha da az



3. yazida da belirtilen sigara makinleri soymak, icecek makineleri soymak gibi isleri
cete halinde yapiyorlarmis, ayrica yapanlar sadece fatsalilar da degil,
sanirm kilidi 90 saniyede acamazlarsa birakiyorlarmis  cunku yakalanma riski cok fazlaymis
simdi siz diyeceksiniz ki nerden biliyorsun sen bunlari yoksa!!!
yok canim oyle degil
daha once calistigim restoranta birisi geliyordu
issiz, sagda solda yatiyordu,
ustu basi perisan haldeydi
arada gelirdi, konusurduk falan
sonra bi ara ortadan kayboldu
6 ay falan sonra geldi
kiyafetler o bicim, parayi bulmus yani
konusmaya basladik
anlatti iste orda bu isleri yapan ceteye girmis
neyse anlatti yani kisaca
ya yakalanirsan dedim
surunmekten iyidir dedi
sonuclarini goze almis insanlar


4. Japonyada daha once cikan haberlerde
Nagouada islenen suclarda yabanci oranlarini acikladir
tahmin edebiliyormusunuz?
1. Cin
2. Kore
3. Turkiye
dusunebiliyor musunuz?
japonyada hepi topu kac kisiyiz ki
bu kadar buyuk bi oran olsun
daha sonra baska bi yetkili ile gorusme firsatim olmustu
ona sordum
dedim ki
biz japonyada sayi olarak cok az olmamiza ragmen
nasil olurda suc isleyenler arasinda 3. oluruz dedim
isin asli soyleymis
megersem bizimkiler cete olarak kahve makine soyuyorlarya
1. suc cete kurmak
2. kamu malina zarar vermek
3. suc hirsizlik
4.kacarken fazla hiz
5.
6.
boyle devam ediyor, yani bi makine soyarken ortalama 10 kadar suc islenmis oluyor
boylece bizim becerikle vatandaslarimiz cok buyuk bi basari elde etmis oluyorlar
daha onceki baska bi habere gore
daha once bunlar makineleri soyus, kacarken polise yakalanmislar,catisma cikmis,
bi polis bi de turk olmus diye duydum

5. yapilan evliliklerle ilgili olarak o kadar cok sey yazmak istiyorum ki offf off
yok efendim cok efendim hanimefendilermis de yok efendim saygililarmis da
yemisim onlarin saygisini sevgisini
japonlari tanimasam yani inanirim
benim de etrafimd bir suru japonla evli insan var
bi kere en gicik oldugum sey
Turk ailelerin japon gelinlere gosterdigi musaama
turk kizlari deli gibi cirpinsan da yaramaz ama
yemek yapsa begenmezler
temizlik yapsa begenmezler
sofra kursa yaranamazlar
japon oldumu
sofraya bi tabak koyar ondan iyisi yok
benim de akrabalrimda cok var japon gelin malesef
bi animi anlatayim
bayram ziyareti
her seyi turk yengem yapti
temizligi,tatlisi,tuzlusu,ikrami
misafirlerle igilendi
japonda oyle oturdu butun gun
sonra misafirler geldi falan
kaynana her gelene japonu ovdu
yok guler yuzlu
yok sicakkanli
yok iyi niyetli
yok hizmetkar
ben de aksama dogru dayanamadim
dedim teyze
bu kiz bugun ne yapti? hii
ne yapti
butun gun oturmaktan baska
ayip yaa ayip
yazik su kiza butun gun cirpindi
bi tesekkuer eder insan
dedim ve ohhhh rahatladim dedim
konuya donersek kimse bana japonlari ovmesin lutfen
biz biliriz kimin  neden kiminle evlendigini
ben bu gune hic bir erkek gormedim tamam mi
asik olmusta evlenmis
japonlarla evlilik konusunu ayrica yazacagim ve uzun uzun yazacagim

Sayonara Fatsa ( Belgesel )

Sayonara Fatsa
5 - 6 yil kadar once Ordunun Fatsa ilcesinden Japonyaya gelip,
Naogoyada kendilerine yeni bi hayat kuran insanlari anlatan bi belgesel
aslina bakarsaniz, ben de henuz izleyemedim bulamadim, hic biyerde yok sanki
asagida ki yazi burdan alintidir.
evet yazimizi okuyalim ve sasirmaya devam edelim
ben bu yazi ile ilgili tabi ki yorum yapacagim
ama baska bi yazi da
cunku sandigimdan uzun oldu


Fatsa-Japonya-Madonna hattı


Fatsa-Japonya-Madonna hattı
Bir arkadaşımdan Japonya'ya hücum eden Fatsalıların hikâyesini öğrendikten sonra, kısa bir araştırma yaptım, bağlantıları kurdum, uçağa atlayıp Japonya'nın Nagoya kentine yola koyuldum

Belgeselci Cengiz Özkarabekir, Japonya'ya göç eden 4 bin Fatsalının öyküsünü anlattığı
Sayanora Fatsa adlı belgeselle dikkat çekti ama onda daha çok hikâye var... Sadece Madonna'yı takip etme macerasını dinleseniz yeter...
HAKAN GÜLSEVEN

Fatsalılar Japonya'yı nasıl fethetti?

Yıllar süren kameramanlığın ardından 'belgeselci' mertebesine yükselen Cengiz Özkarabekir, Japonya'daki Fatsalıların peşine düşüp ilginç bir belgesel hazırladı. Ama kendi hikâyesi de hiç sıradan bir hikâye değildi...

Geçtiğimiz haftalarda CNN TÜRK'te Sayanora Fatsa adlı bir belgesel yayınlandı.
Gerçekten enteresan bir yapımdı;
Fatsa'dan kalkıp, çalışmak için Japonya'nın Nagoya kentine giden
4 bin kadar Fatsalının öyküsünü anlatıyordu.
Belgesel, baştan sona tek bir kişinin imzasını taşıyordu: Cengiz Özkarabekir.
Biz Sayanora Fatsa'nın peşinde koşarken, sekiz senelik kameramanlığın ardından
görüntü yönetmenliği ve dört senedir de yapımcı-yönetmenlik yapan
Özkarabekir'in ilginç hikâyesiyle karşılaştık.
Mesela, Pardon Sizi Madonna Sanmıştık diye bir kitabı var Cengiz Özkarabekir'in.
Bu kitapta, haber peşinde koşarken yaşadığı acayip olayları kaleme almış.
Kitaba adını veren olayı şöyle anlatıyor mesela:
"Kameramanlık yaptığım dönemdi, Madonna İstanbul'da bir konser verecekti.
Bir istihbarat aldık, Madonna bir limuzinle İstanbul turu yapacak diye.
Muhabir arkadaşla Madonna'nın peşine düştük.
Gerçekten bir limuzin var ortada.
Yanına yanaşıp, çaktırmadan şoföre 'Arkadaki Madonna mı?' gibisinden işaret yaptık,
o da 'Evet' gibisinden kafa salladı.
Biz takip ettikçe onlar kaçıyor. Neredeyse bütün İstanbul'u dolaştık.
En sonunda limuzin durdu, içinden elinde çiçeklerle kel bir adam indi.
Meğerse sevgilisiyle kaçamak yapmaya niyetlenen bir işadamıymış,
kamerayı görünce paniğe kapılıp bizi atlatmaya çalışmış, en sonunda pes edip limuzini durdurmuş.
Biz adama hiçbir şey diyemedik, 'Pardon, biz sizi Madonna sanmıştık,' diye özür diledik.
Adam anlamsız anlamsız suratımıza baktı tabii..."
Kameramanlıktan başlayan macera, bir şekilde belgesel yapımlarına kadar gelmiş işte.
Cengiz Özkarabekir 'tek kişilik bir ekip'.
Konuları kendisi buluyor, kameradan montaja kadar her aşamada bizzat işin başında.
Zaten çekimleri yaparken, belgeselin kurgusu kafasında oluşuyor.
İnsan hikâyelerinin peşinde

Özkarabekir'in bulduğu konular da hayatın farklı, zaman zaman el değmemiş alanlarından.
Ama mutlaka içinde insan öyküleri de oluyor.
Kamyoncular'da, yolların çilekeşleri, çileleriyle, keyifleriyle ele alınıyor.
Siyah Türkler'de, Osmanlı döneminde Afrika'dan köle olarak getirilen,
bir biçimde bu topraklarda yerleşen siyahi vatandaşların öyküsü anlatılıyor.
Özkarabekir, İstanbul şehir hatları vapurlarından
Ahıska Türkleri'ne kadar pek çok farklı konuya da el atmış.
Bu arada başka bir kitap daha kaleme almış: Her Cephede Savaştık.
Özkarabekir, Ahıska Türkleri'yle ilgili belgesel çalışması sırasında,
onların Sovyet orduları adına İkinci Dünya Savaşı'na katıldıklarını öğrenmiş.
Ve bu, onu savaşa katılan diğer Türkleri araştırmaya itmiş.
Kırım, Kazan, Türkistan ve Kıbrıs Türklerinin de çeşitli cephelerde savaştıklarını anlamış.
Sonunda oturup, Her Cephede Savaştık'ı yazmış.
Kitap, savaşta yaralananlarla ya da yaşamını yitirenlerin aileleriyle yapılmış röportajlara yer veriyor.
İngiliz, Sovyet, Alman ve Yunan ordusunda yer alan
bu askerlerin ağzından bir savaşın hikâyesi de çıkıyor ortaya.

Sayanora Fatsa işine gelince...

Kendisi de Karadenizli olan Cengiz Özkarabekir,
"Bir arkadaşımdan Japonya'ya hücum eden Fatsalıların hikâyesini öğrendikten sonra,
kısa bir araştırma yaptım, bağlantıları kurdum, uçağa atlayıp
Japonya'nın Nagoya kentine yola koyuldum," diyor.
Japonya Türklerden vize istemiyor ama
son dönemde pek çok Türk Japonya'ya akın ettiği için sıkı bir pasaport kontrolü yapılıyor.
Bir de nerede kalacağınızı falan net bir biçimde belirtmeniz gerekiyor.
Cengiz Özkarabekir, pasaport kontrolünde 'Gazeteciyim,' dediği anda,

zaten görevli memur ondan işkillenivermiş.
Meğerse, Japonya'da kaçak çalışmaya giden Türklerin çoğu
kendilerini 'gazeteci' olarak tanıtıyormuş.
Özkarabekir misafir olacağı kişinin adresini ve telefonunu vermiş,
fakat telefon bir türlü yanıt vermiyormuş.
Adresi teyit edemeyen görevli,
"Bu durumda Japonya'ya girmeniz mümkün değil," demiş.
Özkarabekir, gerisini şöyle anlatıyor:
"Japonlar çok iyi niyetli, hatta biraz saf insanlar.

Tabiri caizse, onları tavlamak kolay.
Baktım yanında misafir olacağım kişinin telefonları yanıt vermiyor,
'O zaman Türk Büyükelçiliği'nde kalacağım,' dedim, görevli de
'Tamam o zaman,' diyerek pasaportuma damga vurup geçişimi onayladı..."
Neyse, sonuçta CNNTürk ekranında keyifle izlediğimiz bir belgesel çıkmış ortaya.

Tabii kiminiz atv'de de denk gelmiş olabilirsiniz bu belgesele.
Sağolsunlar, hiç referans göstermeden, alıp yayınlamış atv de.
Bari bir teşekkür etselermiş, fena olmazmış.
Neyse, onlar adına biz teşekkür ediyoruz, görme şansı olmayanlar için,
Sayanora Fatsa'nın bir özetini yayımlıyoruz... İşte Sayanora Fatsa

65 bin nüfuslu Fatsa... Yazın fındık toplanıyor, kışın ise balıkçılık yapılıyor.

Hayatlar fındıkla balığın arasında saklı.
Bu kadere başkaldıranlar da yok değil.
Alıp başını uzaklara gidenler, ekmeğini gurbette arayanlar...
Fatsa bir göç memleketi.
İstanbul'da, Ankara'da, Almanya'da, İsviçre'de veya Fransa'da Fatsalılara rastlayabilirsiniz.
Ama en çok Japonya'da!...
Japonya'da resmi rakamlara göre 8 bin Türk yaşıyor.

Sıkı durun, bunların yarısı Fatsalı...
Üstelik bu sadece Türk Dışişleri'nin verdiği resmi rakam.
Resmi olmayan rakamlar ise bunun çok üzerinde.
Japonya Türkiye'ye vize uygulamıyor.
Havalimanında pasaporta yapıştırılan üç aylık giriş puluyla ülkeye turist olarak girebiliyorsunuz. Sorun da burada başlıyor.
Çünkü vizeniz bitince kaçak duruma düşüyorsunuz.
Japonya'daki Türklerin çoğu bu durumda, yani kaçak...
 Yolu Hayri Atılgan açtı
Fatsa'daki her vatandaş ya Japonya'ya gitmiş,

ya da bir akrabası,
arkadaşı Japonya'da çalışıyor.
Fatsa'da Japonca konuşan birilerini görmek her zaman mümkün.
Hiç Japonya'ya gitmemiş biri bile çat pat Japonca konuşabiliyor.
Japonya'ya ilk giden
Fatsalı Hayri Atılgan.
Tarih 1987...
O yıllarda gemilerde çalışan Hayri Atılgan bir seyahatinde Japonya'ya ayak basıyor.
Gidiş o gidiş... Serüven burada başlıyor.
Oradaki iş imkânlarını kıvrak Karadeniz zekâsıyla gözlemleyen Hayri Atılgan, üç yıl çalışıyor.
Ve daha sonra kardeşlerini, akrabalarını yanına alıyor.


Fatsa, bu cennet birakilir mi?

Derken Fatsa'dan Japonya'ya akın başlıyor...
Fatsa'da bir 'efsane' olarak anılan Hayri Atılgan,

2001'de Japonya'da kalp krizinden hayatını kaybetti.
Kimilerine göre, her getirdiği Fatsalı'dan para alıyordu.
Ama sonuç değişmiyor, Atılgan 'Japonya'daki Fatsa'nın mimarı.
Tek başına ülkeye soktuğu Fatsalıların sayısı 500'den fazla.
Japonya'da para kazanmak zor değildi.

Ancak aralarında kanuna aykırı işler yapanlar da oldu.
Bunlardan Ali Aksu, soyduğu kahve makinelerinden yakalanınca hapse girdi,
ardından da Türkiye'ye yollandı.
Aksu hikâyesini şöyle anlatıyor:
"Gece işi diye bir iş var orada.

Makineleri soyma işleri.
Bir buçuk ay kadar yaptım ben bu işi.
Ve yakalandım.
Paralı bir iş mi?
Tabii rastladın mı 3 bin dolar, 5 bin dolar, 10 bin dolara kadar alabilirsin kabinde para varsa.
Ben işsiz kaldım da yaptım bu işi, çoğu hiç çalışmadan yaptı.
Sonra da doğru Türkiye..."
Ancak Japonya'da aile kuran Fatsalılar da var.

Bunların başında da Şen ailesi geliyor.
Ailenin en büyüğü olan Çakıroğlu Şükür Şen,
kendi ailesinden tam 40 kişiyi Japonya'ya göndermiş.
Japonya'yla bağını şöyle anlatıyor:
"Japonya'da benim Çakıroğlu Şükür Şen olarak,

oğlum Muhlis,
ikinci oğlum Naci, üçüncü oğlum Hacı.
Diğer akrabalarım, abilerimin çocukları da var.
Fikret, İshak, Özel, Davut, Harun ve yine yeğenlerim de var, onların hepsinin isimlerini bilemiyorum.
Gidip de geri gelenlerim de var.
Benim Japon gelinlerim de var.
İftihar duyuyorum.
Çok asil, çok olgun, çok hanımefendi hanımlar.
Allah razı olsun çocuklarımdan.
Kendisi gibi hanımlar bulmuşlar.
Güzel torunlarım var, Naci oğlumun hanımı Çiho, ikinci oğlum
Muhlis'in hanımı Çiko olması lazım."

Nagoya...

Japonya'nın 7 milyona yakın nüfusuyla, Aichi bölgesinin en büyük şehri...
Ülkenin sanayi kenti Nagoya'nın yalnız şehir merkezi nüfusu 2.5 milyon...
Ancak bu kentin farklı bir özelliği var.
Nagoya'da hatırı sayılır bir yabancı nüfus yaşıyor.
Her köşede bir Brezilyalı, Perulu, Filipinli ya da Sri Lankalı görebilirsiniz.
Ancak son yıllarda Nagoyalılar en sık Türkleri görmeye başladı.
Bunun en büyük sebebi de Fatsalılar. Japonya'daki Türklerin yarısı Fatsalı.
Zaten diğer yarısının da büyük bir kısmını Ünye ve Ordulu.
Her ne kadar çoğunluğu kaçak olsa da,
Japonlar Türkiye'yi tanımadan Fatsa'yla tanıştılar...
Peki Nagoya'da yaşayan 4 bin Fatsalı burada ne iş yapıyor?...

Aslında bu bir tesadüf değil.
Çünkü Nagoya, otomobil fabrikaları ve inşaat sektörüyle anılan bir şehir.
Türkler de burada 'kaitai' denilen bir iş yapıyorlar.
Kaitai, evler için 'yıkım', kullanılmış otomobiller için 'parçalama' anlamına geliyor.
Kısacası Nagoya'da yaşayan Fatsalılar, evleri yıkarak otoları da parçalayarak hayatlarını kazanıyorlar.
Öyle ki, Nagoya'da hangi Japona 'kaitai' diye soracak olsanız size bir Fatsalıyı işaret edecek.
Bu işin maddi getirisi Türkiye şartlarına göre son derece iyi.
Ev yıkımı yapan bir işçi ayda 3 bin dolardan fazla kazanıyor.
Otomobil parçalayan bir işçinin kazancı ise aylık 5 bin dolar.
Para ne kadar iyiyse, çalışma şartları da o kadar ağır.
Japonya, yabancıya oturma vizesi verme konusunda çok sert.


araba parcalama firmasi
araba parcalama isi      

Yabancıyı sadece misafir olarak görüyorlar.
Japonya'da devamlı oturma vizesi alabilmenin tek koşulu, bir Japonla evlenmek.
Fatsalılar bunu da başarmış.
İlk evlenenler formalite evliliği yapmış, sonrakiler ise aşk evliliği.
Japon hanımların hepsi hayatlarında en az bir kez Fatsa'yı görmüşler.
Hatta müslüman bile olmuşlar.
Çocuklara ise hep Türk isimler verilmiş: Eren, Ayşe, Dilara, Nefise gibi...
Japonya'daki Fatsalılardan Sezai Şahbazoğlu "Hanımla tanıştıktan sonra, açıkçası evlenmeden bizim çocuğumuz oldu. Çocuk olduktan sonra evlendik.

Aşağı yukarı bir buçuk senedir evliyiz yani. 10 aylık da bir kızım var.
İsmi Ayşe," diye anlatıyor durumunu.

'Naci çok iyi bir insan' Japon gelinlerden Çiho Şen (Naci Şen'in eşi) Türkçe konuşuyor:
"Naci bir gün benim telefon numaramı aldı, sonra beni aradı, öyle tanıştık.

Ben Fatsa'ya da gittim.
Anne ve babamı da gördüm, Naci'yi çok seviyorum, o çok iyi bir insan..."
Fatsa'dan Japonya'ya damat giden Azmi Beşikçioğlu ise,

"Ben gerçekten severek evlendim. 10 yıldır evliyim nazar değmesin," diyor.
Özellikle son yıllarda artan evlilikler sayesinde,

Fatsalılar Japonya'da kendilerini kabul ettirmeyi başardı.
Önceden işçi olanlar şimdilerde yavaş yavaş kendi işlerini kurmaya başladı.
Ancak birçoğu kaçak olduğundan her an yakalanma korkusuyla yaşıyorlar.
Zaman zaman geri dönenler de olsa, hâlâ Fatsa'dan insanlar gelmeye devam ediyor.
Fatsa için Japonya artık ikinci bir vatan.
Yıllar önce Fatsa'dan yola çıkanlar 'hoşçakal' veya 'elveda' diyerek ayrılıyor memleketlerinden. 'Dönmek'le 'kalmak' arasında yapıyorlar tercihlerini.

Japonca'da her iki kelimenin de karşılığı aynı:
 Sayanora... Onlar da son olarak hep aynı şeyleri söylüyorlar aslında:
Sayanora Fatsa!..

 
                                           

Ev yikma isinden bir iki kare


'Abi beni Japonya'ya göndersene!..'
Sayanora Fatsa yayınlandıktan sonra, pek çok vatandaşımız

Cengiz Özkarabekir'e e-posta yollayarak, bütün ikna yeteneklerini ortaya dökerek
Japonya'ya kapağı atmaya uğraşıyordu.
İşte bazı mesajlardan 'noktasına-virgülüne dokunmadan' pasajlar:
  • daha oncede birkac kez size mail gonderdim ama

  • olumlu veya olumsuz bir yanit alamadim
    sayanora fatsa adli belgeselinizi izledim programi izlerken oradaki
    Japon Karadeniz restorantini gordum
    rica etsem oranin telefon numarasini alabilirmiyim tesekkur ederim
  • slm abi kolay gelsin yaklasık 2 aydır japonyayı arastırıyordum

  • sonunda kararımı verdim
    önümüzdeki hafta japonyaya gidicem
    abi sende ricam su orda japonyada bir belgesel yapmısın izlemek kısmet olmadı
    ama pek çok insanı bayagı etkilemiş.
    bana nagoya kentinden bi kaç türkün irtibat numarasını iletişim bilgilerini verebilirmisin.
    bu benim için çık önemli sende çok rica ediyorum abi.
    eğer randevu verirsende senle görüşmek istiyorum bilgilerine basvurma istiyorum.
    japonyaya gitmeden orda bir hüsrana uğramadan bana yardımcı olursan sevinirim.
    seninde görevin insanları bilgilendirmek senden bilgi istyenlere bilgi vermek değilmi.
    lütfen abi beni kırma lütfen görüşelim senle. (...)
  • Merhaba ben 35 yaşındayım bir bisiklet sporu ile uğraşan

  • bir profesyonel sporcu ve beyim ekonomik sebeplerden sporu brakmak zorunda kaldım,
    ayrıca güvenlik görevlisiydim
    öğretim orta öğretim diploması şartlı kanunun çıkkası ile işsiz kaldım.
    Benim sizden bir ricam var,
    Bir TV programınızda çoğunlukla fatsalıların
    japonya nagoyada ev yıkma ve 2ci el otomobil parçalama işlerinde
    çalıştıklarını belirtiniz ve gösterdiniz, bu arada
    Naci Şen adındaki bir Türkün nagoyadaki bir otomobil parçalama şirketinde
    hintli bir iş adamının ortağı olduğunuda belirtiniz,
    bu kişi ile temsa geçmek istiyorrum,
    cep telefonu internet adresi e postası olabilir, 
    tek amacım japonyada otomobil parçalama işinde çalışmak.
    kredi kartı borclarım miras problemi ve sağlık sorunlarım var çalışmıyorum
    adeta evime hapis oldum güngörende oturuyorum
    her an pisikolojim bozulabilir yanlış yollara girebilirim ama
    bunun olmaması için bunun gibi iyi kazançlı bir işte çalışmak istiyorum,
    ilgilendiğiniz için teşekkürler ederim
  • Merhaba Cengiz Bey nasılsınız? Benim adım Musa,

  • geçen gün bir program seyrettim CNNTURK 'te,
    konusu japonyada yaşayan ve çalışan türklerle ilgili, sanırım ismi
    " Sayanora Fatsa " dı , eğer yanlış hatırlamadıysam,
    Bende japonya ya gitmek istiyordum
    çalışmak için sizin programı izleyince çok sevindim,
    bana bu konuda yardımcı olabilirmisiniz?
    oradaki arkadaşlarla irtibat kurmama yardımcı olabilirseniz çok sevinirim..
  • İsmim xxx. Antalya'da ikamet ediyorum.

  • İnşaat teknikeriyim.26 yaşındayım.
    Geçtiğimiz günlerde hazırlamış olduğunuz
    "Sayanora Fatsa" adlı belgeselinizi CNN TURK' te ilgiyle izledik.
    Ve birtakım hayaller kurduk.Tabi bu hayaller iyi bir gelecek sağlama adına idi.
    Sonuç itibariyle memleketimiz Türkiye'yi bırakıp
    Japonya gibi okyanus aşırı bir ülkede
    iyi bir gelecek sağlamayı düşünmek çılgınca gelebilir.
    Belki de bunun için geçerli sebeplerimiz vardır.
    Belgeselinizi izledikten sonra aklımıza ilk gelen;
    belki sizin yardımlarınız sayesinde
    Nagoya kentindeki fatsalı kardeşlerimize,
    ağabeylerimize ya da herhangi bir Türk'e ulaşıp
    oraya gitmemiz konusunda yardım almak yönündeydi.
    Benim özel olduğunu düşündüğüm bir durumum var.
    Tek ben değilim biliyorum ama.
    Birkaç sene önce diyabet hastalığına yakalandım.
    O günden beri bir türlü kabullenemedik bu durumu. (...)
    Bir vakit gazetenin birinde japonya'da
    "Kök Hücre" yoluyla japon vatandaşının birisi ilk defa tedavi edilmişti.
    Ve yüksek oranda başarı sağanmıştı ve hasta insülin kullanmayı tamamen bırakmıştı.
    Belki oralara gidebilir, tedavi olabilir ,
    belki fatsalılar gibi bir işin ucundan tutup yeni bir hayat sağlayabilirim. (...)
  • iyi günler. japonya ve fatsa programınızı seyrettim

  • japonyaya gitmiş olan muhabirinizle görüşmek istiyorum
    bende japonyaya gitmek istiyorum bu konuda bilgi almak istiyorum
    eger muhbirinizle görüşebilirsem çok memnun olacagıım iyi çalışmalar